Yalçın Karatepe: Türkiye'de en pahalı şey yoksulluk
Prof. Yalçın Karatepe ile Türkiye ekonomisini konuştuk. "Türkiye'de en pahalı şey yoksulluk" diyen Karatepe bir ekonomi modelinin birinci önceliğinin vatandaşın refahını artırmak olması gerektiğini belirtti.
Türkiye ekonomisindeki kriz ve peşi sıra gelen enflasyonla mücadele programı, göreli olarak kuru kontrol altına alsa da enflasyon mayısta yüzde 75’e çıktı. Alım gücü eriyen ücretlilerin beklentisi asgari ücrete ara zam. Öte yandan temmuz ayında yapılacak zammı bekleyen emekliler hükümetten gelen açıklamalar karşısında karamsarlığa kapılıyor. Enflasyonla beraber artan vergi yükü, ana muhalefet partisi lideri Özgür Özel’in vergide adalet çıkışına neden oldu. Türkiye ekonomisi kriz salmalarından nasıl çıkacak? Asgari ücretliye zam yapılmalı mı? Tek çare kemer sıkmaya dayanan bilindik reçeteler mi? CHP iktidarında nasıl bir ekonomi politikası göreceğiz? CHP vergi adaleti ifadesiyle ne anlatmak istiyor? Emekliler için yapılan mitinglerin başka alanlarda devamı gelecek mi? CHP ekonomi için sesini sokaktan yükseltmeye mi çalışacak? Bu soruları CHP’nin Gölge Kabinesinde, Hazine ve Maliye Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Yalçın Karatepe’ye sorduk.
Karatepe, Türkiye’de enflasyonla mücadele için uygulanan programın vatandaşı yoksullaştırma üstüne kurulu olduğunun, yüksek faize rağmen insanların çaresizlikten kredi kullanmaya devam ettiğinin altını çizdi ve neoliberal reçeteler dışında alternatif bir ekonomi modelinin mümkün olduğunu söyledi.
Ekonomi hepimizin gündeminde, hepimiz markete gidiyoruz, otobüse biniyoruz. Hükümet neoliberal bir reçete uyguluyor, ücretlerin hızla eridiği bir süreçten geçiyoruz. Asgari ücrete zam yapılmayacağı söylendi ki bununla paralel hiçbir hazırlık da yapılmıyor. Asgari ücrete zam yapılmalı mı?
Evet, mecburen yapılmak zorunda. Ocakta 17.002 lira yapılan asgari ücretin ilk 5 aylık enflasyon dikkate aldığımızda yüzde 22,5’lik bir satın alma kaybına uğradığı görülür. Buna haziran ayı enflasyonu da eklendiğinde yüzde 25 bir erime olacak, asgari ücretin dörtte biri oranında kayıp olacak. Yılın geri kalan kısmında da benzer bir durumun süreceğini dikkate alırsak, asgari ücretlilerin kaybının ne kadar yüksek olacağını tahmin edebilirsiniz. Bunun sonucunda; yıl sonu geldiğinde insanlar ciddi şekilde yoksullaşmış olacak. Beklentimiz enflasyonun 45-50 arasında olacağı yönünde. Böyle olursa, yıl sonunda 17 binin alım gücü 8 bin 500 liraya düşecek. Bu tutar bir önceki asgari ücretin 3 bin lira gerisinde bir satın alma gücü demektir. Bu çalışanların reel olarak ciddi şekilde yoksullaşacağını gösteriyor. Asgari ücrete mutlaka zam yapılmalı. CHP olarak bu artırım için her türlü baskıyı uyguluyoruz, bunu gündem yapıyoruz. Ancak iktidar biraz kararlı gibi görünüyor şu anda, çünkü haziran ayının ortasına geliyoruz. Asgari ücret konuşulmuyor. Görüşmeler yok. Ama biz asgari ücretin artırılması için çaba sarf ediyoruz.
İktidarın uyguladığı enflasyonla mücadele programının odağında Türkiye’de enflasyonun kaynağının yüksek talep olduğuna dönük kanaat var. Dolayısıyla enflasyonla mücadele için talebi sönümlendirmek istiyorlar, bunu yaparsak enflasyon düşer diyorlar. Talebi de iki yolla düşürmeye çalışıyorlar. İlk olarak ücretleri baskılama, emekli aylıklarının artışını sınırlı tutma gibi yöntemler. Vatandaşın cebindeki harcanabilir geliri azalırsa talep oluşmaz, bu oluşmayınca enflasyon oluşmaz beklentisi var.
'ENFLASYONDA TALEBİN SINIRLI ETKİSİ OLDUĞUNU MERKEZ BANKASI RAPORU DA SÖYLÜYOR'
Bir kere bunun doğru olmadığını Merkez Bankası (MB) raporlarında da söylüyor. MB’nin enflasyon raporunu incelediğinizde enflasyon artışında hangi faktörler etkili oluyor diye baktığınızda talebin etkisinin çok sınırlı olduğunu görüyoruz. Başka faktörlerin etkisi var. Dolayısıyla sorunu yanlış noktada tespit edip ona göre tedbir alınca bu sonuç ortaya çıkıyor.
İkincisi, kredi kartları ve Kredi Mevduat Hesapları (KMH)’ların yüksek faiz üzerinden hedef alındığını görüyoruz. Vatandaş geliri az olduğu için krediye yöneliyor. Özellikle düşük gelir grubunda iki kredi türü yaygın: kredi kartları ve KMH. Sistem, ders kitaplarında yazdığı gibi çalışsaydı, yani her zaman bir ürünün fiyatı arttığında talep düşseydi, bu kredilerin kullanımı düşerdi. Paranın fiyatı faiz. İşte bu noktada paranın faizini artırırsak talep düşer sonucuna varıyorlar. Buna karşın veriler bunun böyle olmadığını gösteriyor. Kredi kartlarına bakalım, faiz oranları geçtiğimiz haziran ayından bu yana artıyor ki bir önceki yıla göre yüzde 90’lık bir artış var. Ancak taksitsiz kullanımda yüzde 140’lık bir artış var.
Sizce bu artış neden yaşanıyor, buna ne neden oluyor?
Şöyle, insanların cebinde para yok, hayatta kalmaları gerekiyor, başka çareleri yok. Taksitsiz harcamaların yapıldığı kalemler incelendiğinde bunların gıda, akaryakıt gibi temel ihtiyaçları içerdiğini görüyoruz. İnsanlar gidip taksitsiz buzdolabı almıyor. Öyle bir hal ki simitçide kredi kullanıldığını biliyorum. İnsanlar aldığı iki simidi kredi kartıyla ödemek zorunda kalıyor, insanlarda bu derece para yok. Şimdi temel ihtiyaçlarınızı karşılamak için borçlanmak zorundasınız. Üstelik Türkiye’de buna en yüksek faizi ödemek zorundasınız. Dolayısıyla uygulanan program, özünde vatandaşın yoksullaştırılması üstüne kurulmuş. Öte yandan harcamaların yüzde 40’ını yapan üst gelir grupları harcamalarına devam ediyor, bundan etkilenmiyorlar.
'ENFLASYONLA MÜCADELE PROGRAMI VATANDAŞIN YOKSULLAŞTIRILMASI ÜSTÜNE KURULU'
KMH-ek hesaplarından özellikle bahsetmek istiyorum. KMH, maaşınızın yattığı bankanın size maaşınız ölçüsünde açtığı kredi, yaygın olarak ek hesap olarak bilinir. Vatandaş, bankada parası yokken buradan 300, 500, bin lira para çekip kullanıyor. Maaşları yattığında banka da ilk bunu tahsil ediyor. Şu anda Türkiye’de en yaygın biçimde kullanılan bu krediye en yüksek faiz uygulanıyor. Biliyoruz ki bunu en çok kullananlar en düşük gelir grupları, çünkü aldığı ücret giderlerini karşılamaya yetmiyor. Buraya ödenen faiz oranı yüzde 5, bunun üzerine yüzde 30 KKDF ve BSMV ekleniyor. Böyle olunca bu yüzde 6,5’a çıkıyor, yıllığa vurursanız yüzde 130 oluyor. Faiz yükselirse kullanmaz kestirme yolu da burada çöküyor, insanlar kullanıyorlar, çünkü mecburlar, başka çareleri yok. Örneği geçtiğimiz yıl 116 milyar olan KMH borç tutarı, şimdi 261 milyara çıktı. Bu bize neyi gösteriyor? Faiz artınca en alt gelir gruplarında bulunanlar borçlanmaktan vaz mı geçiyor? Hayır, borçlanmaya devam ediyor çünkü başka seçeneği yok. Borçlanınca da başka hiç kimseden alınmayan oranda yüksek faizi ödemek zorunda kalıyorlar. Gördüğünüz gibi burada en pahalı şey yoksulluk. Kredi kullandığınızda en yüksek faizi siz ödüyorsunuz, mal ve hizmet alırken en fazla krediyi siz kullanmak zorunda kalıyorsunuz. Dolayısıyla enflasyonla mücadele programı dedikleri şey, vatandaşın yoksullaştırılması üzerine kurulu bir program. Ben hem bir iktisatçı hem CHP genel başkan yardımcısı olarak bu programın doğru olmadığını düşünüyorum. Dünyanın hiçbir yerinde vatandaşı yoksullaştırma üzerine kurulu bir enflasyonla mücadele programı olmaz.
Asgari ücrette artış yapılmayacak denilmesinin özünde de bu yatıyor. Şöyle düşünüyorlar: Asgari ücrete zam yaparsak vatandaşın cebine para girecek, bunu gidip harcayacak. Harcama olacağı için de enflasyon artacak. O zaman ceplerine para koymayalım.
Bir ekonomi modelinin birinci önceliği vatandaşın refahını artırmak olmalıdır, yoksullaştırma üstüne kurulan model olmaz, biz buna karşı çıkıyoruz, doğru bulmuyoruz.
'EKONOMİ POLİTİKALARI NASIL BİR TOPLUM TASARLAMAK İSTEDİĞİNİZİN GÖSTERGESİDİR'
Hükümetin uyguladığı programdaki sorunları, yanlışları aktardınız. Seçimlerden birinci parti olarak çıktınız, anketler de benzer bir eğilimi işaret ediyor. Peki bugün siz iktidarda olsaydınız, nasıl bir program uygulardınız, nereden başlardınız?
Ekonomi denildiğinde yalnızca, sayılar, formüller anlaşılmamalı. Ekonomi bir sosyal bilim ve pek çok diğer faktör ve alanla ilişkisi var. Örneğin teknolojik gelişmelerin hızının çok arttığı, yapay zeka ve robotların olduğu bir dönemdeyiz. Biz böyle bir dönemde eğitim sistemini ekonomiden bağımsız düşünemeyiz. Bugün okullarda temel eğitimde iyi bir matematik eğitimi vermezseniz, çocuklar yeterli donanıma kavuşmazsa, değişen dünya ile rekabet edebilir mi? Teknolojinin bu kadar geliştiği dönemde istihdam politikalarının ne olacağını kurgulamanız lazım bazı sektörlerde bir süre sonra işgücü ihtiyacı çok azalacaktır. O zaman bu insanları nerede nasıl istihdam edeceğinizi de düşünmek zorundasınız. Bunu eğitim sisteminden bağımsız nasıl ele alabiliriz. Son çıkan müfredat Türkiye’yi 21. yüzyıla hazırlama kaygısıyla mı hazırlandı yoksa başka bir kaygıyla mı… Ekonomi politikaları nasıl bir toplum tasarlamak istediğinizin bir göstergesidir. Bunun eğitimle, yargıyla, sosyal politikayla ilişkisi vardır.
Türkiye’de maalesef içinde bulunduğumuz ekonomik yapıya baktığımızda iktidar şöyle bir şey yapmaya çalışıyor. Akut bir sorun var, bu akut sorunu çözelim. Müdahale edilmesi gereken bir yer var, buna ilişkin adım atalım. Başka bir yerde sorun çıkınca ona müdahale. Sistemik bir ekonomik politikasının oluşturulması, dizayn edilmesi söz konusu değil. Şu an enflasyon var ne yapacaksınız, ödemeler krizi dengesi ne yapacağız… vb. Türkiye’nin ekonomi modelini yeniden kurgulayıp tartışmaya açması gerekiyor. Bunun için bütünleşik bir ekonomi programı gerekli. Bizim yaklaşımımız böyle olacak. Biz Türkiye’deki ekonomik sistemi vatandaşa refah yaratacak şekilde dönüştürmek istiyoruz, sürdürülebilir bir kalkınma modeli uygulamak istiyoruz. Çalışmalarımızı buna yönelik yapıyoruz.
'SANAYİNİN MODELİ DEĞİŞTİ, ARA MAL ÜRETMEK YERİNE İTHAL EDİYOR'
Peki ne yapmazdınız? Şöyle cümleleri sık sık duyuyoruz, bugün Altılı Masa da iktidar olsaydı, benzer bir program uygulayacaktı. Siz bu görüşe katılır mısınız?
Altılı Masa'dan sonra CHP önemli bir değişim geçirdi. Yeni bir yönetim söz konusu, ittifak süreçleri de sonuçlandı. Biz CHP olarak kendi programımızla vatandaşın karşısına çıkacağız. Türkiye neoliberal politikalara sığınmak zorunda değil. Alternatif bulup çözüm üretmemiz gerekir. Sanayi politikası, istihdam politikası, dış ticaret, vergi, kamu harcamalarının düzenlenmesi… vb. bütün alanı kapsayan işler yapmamız gerekiyor.
Somut bir veri üstünden gidelim. Şu anda şununla övünüyorlar: Yurtdışından yüklü fon geliyor. AKP’nin 2000’lerde uyguladığı bir strateji bu, faizi yüksek, kuru düşük tutuyorsunuz. Bu yabancı para cinsinden yüksek getiri demektir. Yabancı fonlar geliyor, sizden yüksek kazanç sağlayıp gidiyor. Yurtdışından gelen ve sıcak para olarak adlandırılan portföy yatırımları, geldiği zaman kendini iyi hissediyorsun. Para var, MB sürekli rezervini çoğaltıyor. Dolar kuru neredeyse 32-32,5’e çapaladı. O an için iyi de böyle bir sürecin Türkiye ekonomisine uzun vadeli etkisi nedir diye de bakmak lazım.
Biz bu etkiyi 2000’lerin başında AKP’nin ilk yıllarında şurada gördük, Türkiye’de sanayii sektörünün üretim yapısı değişti. Türkiye ara mal üretmekten vazgeçti. Üretimde kullanılan ara malı, hammaddenin çoğunu yurtdışından ithal ediyoruz. Dış ticaret açığının yüksek olmasının sebebi üretimin dışa bağımlı ithalat zorunluluğu.
Neden ithalata yönelme oldu peki?
Şundan ötürü, düşük kur, yüksek faiz nedeniyle ithal girdiler ucuza geliyordu. Parçayı üretmek yerine Çin’den ucuza almaya çalıştık. Onun bizi nereye getirdiğini cari işlemler açığının büyüklüğünden anlıyoruz. Dış ticaretinizde ithalatın kompozisyonunu farklılaştırmadan Türkiye’nin uzun dönemli bir ekonomi politikası oluşturulmaz. Aslında şuanda akut bir soruna müdahale ederken başka yerlerde daha kalıcı etkileri olan sorunlarla karşı karşıya kalacağız.
'KREDİ BORCU OLAN BİREYLER, ÖDEDİĞİ FAİZİN YÜZDE 30’U KADAR DA DEVLETE VERGİ ÖDÜYOR'
Neoliberal politikaların bir yansımasını vergi politikasında görüyoruz. Yabancı yatırımcı diyor ki “tamam ben sizin ülkenize gelirim yüksek faiz kazanırım, ama beni ikna etmek için başka şeyler de yapmalısın”. Örneğin bütçe açığının yönetilir seviyede olmasını sağla. Bunu nasıl sağlayacaksınız, bir yandan vergi artışı yapacaksınız, bir yandan da kamu harcamalarını sınırlandıracaksınız. Nitekim vergi artışına gidildi, herkesin ödediği adil olmayan KDV oranı artırıldı. Bazı ürünlerin vergisini iki puan artırılırken bazı ürünlerin içinde bulunduğu liste değiştirildi, yüzde 8’den yüzde 20’ye çıkarılan ürünler var. Dolayısıyla fatura vatandaşa kesildi. Şu anda kredi borcu olan bireyler, ödediği faizin yüzde 30’u kadar da devlete vergi ödüyor. Böyle anormal bir şey olabilir mi? Vatandaş zaten imkanı olmadığı için borçlanmak zorunda kalıyor bir de sen onun üstüne vergiyi yüzde 30’a çıkarıyorsun. Bu oran daha önce yüzde 15’ti. Temmuz 2023’te yüzde 100 artırıldı. Yüzde 100 artırılan bir vergi var mı? İnanılmaz derecede vatandaşa maliyet yüklendi.
'İKTİDAR OLDUĞUMUZDA DOLAYLI VERGİLERİN ORANINI OECD ORTALAMASINA İNDİRECEĞİZ'
Vergi konusundan devam etmek isterim. CHP Lideri Özgür Özel Gazete Duvar’a verdiği söyleşide “Vergide adalet talebi var. Ben vergide adalet meselesini bugün kamuoyunda konuşulan pek çok konudan çok daha fazla önemsiyorum. Çünkü vergi adaletsizliği her şeyin başı.” ifadelerini kullandı. Uygulanan vergi politikasında dolaylı vergilerin payının yüzde 60’ın üzerinde olduğu biliniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, vergi adaleti nasıl sağlanabilir?
Dolaylı vergilerin adil olmadığını biliyoruz, dolaylı vergiler ödeme gücünüzle ilişkili değil. Herkesten aynı oranda alındığı için gelirinizden bağımsız olarak aynı oranda vergi ödüyoruz. İşte burada bir adalet sorunu var. Dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payını CHP iktidarında OECD ortalamasına (şuan yüzde 35’e) indireceğiz. Bu elbette bir gecede olmaz. Zamanla vergi politikasındaki değişiklikler ile dolaylı vergilerin toplam vergi geliri içindeki oranını aşağı çekeceğiz. Adil olmadığını bildiğimiz bu kısmı azaltıp, insanların gelirleri ile orantılı vergi ödemesini sağlayacağız, çok kazanan o oranda vergi versin, az kazanan ya hiç vermesin ya da çok az vergi versin. Maalesef şu anda Türkiye’deki vergi sistemi, çok kazananı vergilendiren bir yapıda değil.
'ÜCRETLİ ÇALIŞANLARIN SIRTINDAKİ VERGİ YÜKÜ YÜZDE 40-50 ARASINDA'
Somut bir örnek vereyim: Bir çalışanın maaşından vergi dilimlerine bağlı olarak vergi kesiliyor. Ama hiçbir şeyi gider gösteremiyor. Kıyafet aldım, otobüse bindim, çocuğumu okula yolladım, şu kadar okul parası verdim gibi hiçbirini gösteremiyor. Sadece gelire bakılıyor, geliri şu dilimi geçti deyip kesinti yapılıyor. Şirketler kesimindeyse durum farklı. Örneğin bir şirket diyor ki benim şu kadar faaliyetim, gelirim var. Giderlerini de sıralıyor. Bunları düşüyor ve aradaki farkı vergilendiriyor. Çalışanlar içinse tamamı vergilendiriliyor. Dahası vergilendirildikten sonra harcama yaparken yine vergi ödüyoruz. Kabaca bakarsak aslında ücretli çalışanlar açısından toplam vergi yüzde 40 civarında, yüzde 50’ye bile yaklaşıyor. Bu adil bir şey mi? Dolayısıyla vergi sistemini vatandaşın ödediği vergiyi daha adil bir hale getirmek bizim önceliğimiz olacak.
'DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMCI O ÜLKEDEKİ HUKUK SİSTEMİNE BAKAR'
Adaletten, vergi adaletinden bahsettik. Hukuk üzerinden gidersek, bugün hükümetin canla başla dış yatırım peşinde olduğunu biliyoruz. Ancak akıllara takılan bir soru, aslında ders kitaplarında bize “hukuk işlerse yatırımcı gelir” olarak öğretilen bilginin bugün sorgulandığı bir noktadayız. Sizce hukukun olmadığı bir yere yatırımcı gelir mi?
Yatırımcının türüne göre değişir. Örneği şu an bizim ülkemize gelmekte olan ve sıcak para olarak tanımlanan portföy yatırımcıları, kısa sürede kazanç elde edip hızla çıkan yatırımcılar. Kısa süreli olarak geliyor ve istediği zaman parasını alıp gidebilir. Bu tür yatırımcılar hukukla çok da ilgilenmez. Bizim tercihimiz, kalıcı olan doğrudan yabancı yatırım. Gelip fabrika kuran, tesis kuran, istihdam sağlayan, çevre düzenlemesine tabi olan yatırımcı. Bu yatırımcılar hukuka bakar, çünkü buraya yatırım yapacak, bir anlaşmazlık olduğunda hukuk sistemine başvuracak. Bu yatırımcı grubu o ülkede evrensel hukuk normları, hızlı ve hukuk sınırları içinde kalan, bağımsız bir yargının olduğu, hukukun üstün olduğu bir sistem ister, yatırımını buna göre yapar. Bizim ülkemizde yargı sistemi ciddi hasar aldığı için doğrudan yabancı yatırım girişi dibe vurmuş durumda.
'ALANLARDA, SOKAKTA OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ, MİTİNGLERİMİZ SÜRECEK'
Türkiye’de ezilen bir diğer önemli kesim emekliler, adeta sistemin üzerinde bir yük gibi görülüyorlar. Oysa bu insanlar yıllarca çalışıp kazandıkları bir haktan faydalanıyor. Bu konuda mayıs sonunda CHP olarak bir miting yaptınız. Bu tür adımlar sürecek mi? Başka ne gibi bir planlamanız var?
Evet, elbette sokakta olacağız. Her zaman sokaktayız, sadece seçim döneminde değil. Siz de söylediniz, mayıs sonunda emekliler ilgili bir miting yaptık. Geçen hafta çay üreticileri için bir miting yaptık. Bu ay sonunda daha geniş kapsamlı bir çalışmamız olacak. Bazen miting şekilde bazen farklı formlarda alandayız.
Emekliler konusunda güzel bir noktaya değindiniz, durumu özetlediniz. Bu insanlar çalışıp prim öderken bir beklentileri vardı: Emeklikte rahat etmek. Ben bunu şöyle yorumluyorum. Aslında bu emekli vatandaşlarımız, SGK üstünden devletle şöyle bir sözleşme yaptı: Ben şu kadar sene çalışıp şu kadar prim ödersem emekli olduğumda rahat geçinebileceğim bir geliri bana vaat ediyor musunuz? Bugün emekli grubunda yer alan 16 milyon kişiyle de bu sözleşme yapılmıştır. Sözleşme sözcüğüne atıfta bulunuyorum. Oturup bireysel olarak yapmadınız ama SGK sistemine girdiğinizde size bu vaadedildi. Emekliler konusunu ele alırken karşılaştırma da yapıyoruz. Söz konusu emekliler olduğunda bütçe olanaklarından bahsediyorsunuz ancak, kamu özel işbirliği (KÖİ) çerçevesinde yapılan sözleşmelerin bütçeye getirdiği yükten neden bahsetmiyorsunuz diyoruz. Cumhurbaşkanı birkaç kez şöyle yanıt verdi. Orada sözleşmeler yapıldı, o sözleşmeleri gündeme getirdiğimizde tahkime giderler, mahkemelere giderler. Bir tarafta kamu özel işbirliği gibi kamuya ciddi bir yük oluşturan konuya atıfta bulunduğunuzda hemen sözleşmeye atıf yapılıyor. Öte yandan tüm toplumla yaptığınız bir sözleşme var. Bu sözleşmeyi tek taraflı olarak zaman içinde değiştirdiniz. Hepsi AKP döneminde. 5510 sayılı kanunu değiştiriyorsunuz, aylık bağlama oranını düşüyorsunuz, taban aylığı düşürüyorsunuz… vb.. Orada sözleşme akla gelmiyor, ama diğer taraftan “ama burada sözleşme var” deniyor. Bu bile iktidarın tercihinin kimden yana olduğunu gösteriyor.
'ALMANYA’DA TOPLAM EMEKLİ SAYISININ NÜFUSA ORANI YÜZDE 25, BİZDE YÜZDE 18'
Emeklilerin topluma büyük bir yük olarak görülmesine şiddetle karşı çıkıyorum. Çalışmış, primini ödemiş, ilgili hangi mevzuat varsa onun sağladığı imkanlardan yararlanarak emekli olan vatandaşımızı toplum üstünde yük olarak görmek doğru değildir. Ayrıca göstergeleri karşılaştırdığımızda örneğin Avrupa’ya göre SGK açısından çok kötü olmadığımızı görüyoruz. Örneğin Türkiye’de bir emekliye karşı kabaca iki çalışan var, Almanya’da da bu oran böyle. Almanya’da toplam emekli sayısının nüfusa oranı yüzde 25, bizde yüzde 18 civarında. Bu insanlara tüm kamu kaynaklarını emiyor ve haksız bir kazanç elde ediyormuş gibi davranılmasını doğru bulmuyorum. Emeklilerin insanca yaşayabileceği bir gelire ulaşmasını sağlayacak düzenlemeleri yapmak mümkün. İktidarının tercihi bundan yana değil, bunu biliyoruz.
'İKTİDAR OLURSAK KAMU ÖZEL İŞBİRLİĞİ SÖZLEŞMELERİNİ YENİDEN MÜZAKERE EDECEĞİZ'
Kamu özel işbirliği aslında toplumun sırtında bir yük, buna dönük tepkiler de var. Bu çerçevede CHP iktidar koltuğunda olduğunda bu sözleşmeleri ne yapacak?
Çağıracağız ilgili kişileri ve yeniden müzakere edelim diyeceğiz. Devlet bunu her zaman rahatlıkla yapabilir. Koşullarını yeniden konuşuruz, daha uygun maliyetle nasıl yapabiliriz diyerek müzakere ederiz. Devletle masaya oturduğunuz zaman anlaşırsınız, iş dünyası da bunu kabul eder. Bu sözleşmeler döviz cinsinden, artış oranları da o para cinsinden enflasyona endekslenmiş durumda. Bugün Osman Gazi Köprüsü’nden geçiş 50 doların üzerinde bir rakama ulaştı. Bugünkü kurdan çevirirsek, 1700 liraya civarında. Geçen araçsa ancak bunun dörtte birini ödüyor. Bu şirketler yatırımlarının önemli bir kısmını şimdiye kadar elde ettikleri kârlar ile zaten karşılamışlardır. Bu projelerin kredi sözleşmeleri yeniden masaya yatırılabilir, faiz oranları, ödeme planları yeniden şekillendirilebilir. Kalan işletme süreleri müzakere edilir. Aksi takdirde KÖİ projeleri kamu gelirlerini emmeye devam edecek.
Mühdan Sağlam Kimdir?
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. 8 Kasım 2023'te Ankara İdare Mahkemesi kararıyla Mardin Artuklu Üniversitesi'ndeki görevine iade edilmiş, ancak 27 Şubat 2024'te İstinaf Mahkemesi kararıyla yeniden ihraç edilmiştir. 2017-2023 yılları arasında aralarında Gazete Duvar, Almonitor, Kısa Dalga ve Artı Gerçek'in de bulunduğu medya kuruluşlarında çalışmıştır.
'Erdoğan Kürt Sorununu çözmeye değil stabilize etmeye çalışıyor' 04 Kasım 2024
Yapay zekanın açıldığı kapı: Nükleerin yeniden keşfi 30 Ekim 2024
Cumhuriyet'in 101. yılı: Demokrasi, laiklik, anayasa, eşit yurttaşlık 29 Ekim 2024
Etiyopya’nın darboğazına BRICS bir çare olacak mı? 25 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI